Kent Üzerine Notlar: 4
|
www.civilturk.com
Kentsel dönüşüm yasası bağlamında, gerçekte gereksinim duyulan devrimci bir praksisin kendisi olmalıdır. Dolayısıyla varlıkbilimsel açıklamalar yerine, siyasetin merkezine yerleşmiş mekansallaşmaları eylemsel kılabilecek ütopya ve stratejilere ilişkin arayışların, gündemimizi işgal etmesi gerekmektedir. Bu noktada anımsatmak gerekir ki, kapitalist egemenliği eleştirerek, mekanın gerçek sahiplerince (kitleler) kullanılmasını/uygunlaştırılmasını örgütleyen devrimci praksisin nasıl olması yönündeki açıklama ve öğütler, sol yazın alanında çeşitlilik gösterir. Ancak, yukarıda sözünü ettiğimiz bağlamın sürekliliği adına, yolumuza Lefebvre’in öngörüsüyle devam edelim1: O’na göre, köktenci bir eylemin özgürleştirici olabilmesi için, sınıfsal niteliğe haiz mekansal bir bileşene gereksinim vardır. Her ne kadar daha sonraki yazılarında, sınıf bilinci ve çatışmasına atfedilen köktenci eylem yerini, “uygunlaştırmaya” (appropriation) bıraksa da, burada sözü edilenin, mekanın kullanım değeri ve artı-değeri arasındaki gel-gitleri üzerine olduğu bilinmelidir. Bir diğer deyişle, kullanım değeri ve soyutlaştırma (planlama ve tasarım) sonrası elde edilen artı-değer arasındaki gerilim, mekanın kullanım değerinin yeniden edinimiyle giderilebilecektir. Tarihsel bir çerçevede bakıldığında, yeniden edinimin çoğu zaman merkezi otoritenin sorumluluğunda olduğu bilinmektedir. Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi, üretim araçlarının toplumsallaştırılması, öznenin egemen ilişkilerin baskısından kurtarılabilmesi ve mekanın kullanım değerinin yeniden edinimi için bir tür çıkış noktası olarak görülebilir; öte yandan bunun yeterli olmadığı ve kamusal olmakla birlikte insancı sonuçlar üretmediği de değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Lefebvre’ göre, devrimci praksisin (ütopyanın) özünde, hem toplumsallığı, kamuyu hem de bireyi ön plana taşıyan insancı bir stratejinin yer alması gerekmektedir. Sanırız burada sözü edilen insancı planlama/tasarımın başarısı, “gündelik hayat” ve ona bağıl sosyal aktörlerin anlaşılabilirliğini de gerekli kılmaktadır.
Keskinok’un çevirisiyle, “Lefebvre’in mekan kuramı, bir tasarı, bir kurtuluş stratejisi önermektedir.”2 Öte yandan burada sözü edilen strateji, sınıfsal bir açıklamayı tamamiyle red etmemekle birlikte, sınıf mücadelesinin çok ötesindedir ve “gündelik hayatın” derinliklerine inerek, köktenci düşünmeyi ön koşul olarak gören mekansal üretimin olasılıklarını keşfetmeyi önerir. Bu noktada bir çok yazarın, özetlenen önermeye kuşkuyla baktığı bilinmektedir: özellikle gündelik hayatın dinamiklerinden hareketle, ne tür bir mekansallaşmayla karşılaşacağımızın bilinmezliği, sol düşün alanındaki karşıtlık ve çatışmaların da özünü oluşturmaktadır. Sanırız, mekanın uygunlaştırma yoluyla ele geçirilmesi (geçici yerleşmeler, noktasal isyanlar) ve kapitalist üretimin mekansallaşmasına karşı sürdürülen toplu dirençler (gecekondu isyanları, yenileme ve imar hareketlerine karşı örgütlenen, yasal veya değil, bireysel ve toplu duruşlar, çevreci başkaldırılar, vb.) üzerine son 20 yıldır yürütülen çalışmalar, Lefebvre’in devrimci praksisin elemanlarını açıklarken boş bıraktığı geniş bir alanı doldurmaya yöneliktir.
Köktenci bir el koyma veya direncin olasılıkları bağlamında sürdürülen kuramsal keşiflerin önemli olduğunu düşünüyoruz; öte yandan, yukarıda Lefebvre’e dayanarak özetlemeye çalıştığımız iki temel soruna geri dönerek, devrimci praksisin niteliğini yeniden değerlendirmeye almalıyız. Devrimci praksise göre birinci temel sorun, genel geçer mülkiyet ilişkilerinin yarattığı ve önlenemez olduğu düşünülen “mekan fetişizminin” kendisidir. Bu konuda gerek siyasi otoritenin gerekse yerel iradenin, mülkiyet üzerinden yürütülen tartışmaları, toplumsal, kamusal değeri olan bir mecraya taşıması beklenmelidir. Bütün bunlara karşın, Türkiye’de cepheye sürülen tüm siyasi araç ve operasyonların, kamusallık tanımına denk düşmeyecek bir niteliği içerdiği görülmektedir. Bir diğer deyişle, beklentilerimizi boşa çıkarırcasına gündelik siyasi oyunlar, geçici çözümler içeren paketler “ihtiva ederek” gündemi biteviye işgal etmektedir. Tüm bu paketlerin içerisinde ise, doğal bir hak olduğu savlanan bireysel mülkiyeti ön plana taşıyan siyasi bir söylem söz konusudur ve bu söylem, toprağın sürekli el değişimini istemleyen bir biçimde ustalıkla önümüze sürülmektedir. Örneklerin sayısını arttırmak olasıdır, ancak en yakın ve bildik olandan başlarsak, yakın dönemde gündeme taşınan bir “İstanbul projesi”, anlatımımızı kolaylaştırmak adına, adeta “biçilmiş bir kaftan” gibi durmaktadır: İstanbul’un su havzasına, meşru olmayan yollarla ve kamu kaynakları kullanılarak yapılan, üstelik tüketim kültürünü sonuna kadar sömüren bir tür kentsoylu eğlencesinin açılışı sırasında dillenen siyasi otoritenin söylemi, Lefebvre’in bütün öngörülerini doğrular biçimdedir. “10 liralık arazinin yeni yapılan eğlence alanıyla 1000 liraya satılacağını, 1 milyon Dolar'lık konutların inşa edilmesiyle de, bölgenin varsıllaşacağını” bir emlakçı kimliğiyle muştulayan siyasi otoritenin, kapitalizmin istemlediği mekan fetişizminin bekçiliğine soyunduğunu savlamak, sanırız aşırı kaçmayacaktır. Siyasi oteritenin üstlendiği bu tür bir söylemin, dolayısıyla, benzer beklentilerle birlikte diğer büyük kentlerimize “sirayet” etmesi kaçınılmazdır. Örneğin, Başkent Ankara’da birden fazla yürütülen (planlanan) kentsel dönüşüm projelerinin (Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi dahil), mevcut çerçevede ne tür bir mekansal praksis üreteceği, adeta kesinleşmiş bir yargı gibidir:3 Gecekondu ve sözüm ona mimari niteliği olmayan kimi yapıların (Ulus İşhanı, vb.) yıkılmasıyla elde edilen yeni alışveriş alanlarının (shopping malls) değeri, pazarın denetimi, güvencesi altındadır ve proje alanlarındaki kullanım ve artı-değer arasındaki gerilim, kent yoksulunu yalnızlığa itelerken, yeni bir tür varsıl kentsoylunun da türemesine yol açacaktır.
Bu noktada, ikinci temel soruna da değinmeliyiz: Toplumsallığı ön plana taşıyan ancak insancı bir örgütlenmeyi istemleyen devrimci praksis nasıl tasarlanmalı ve işlevsel kılınmalıdır? Sanırız burada yapılması gereken, mevcut siyasi tercihin tersine çevrilerek, kamuyu temsil eden merkezi otoritenin (devletin) yeniden güçlendirilmesi ve yerel iradelerce yürütülen projelerin kamu yararına denetim altına alınmasıdır. Mevcut düzenek içerisinde, kapitalist üretin biçiminin özünü oluşturan taşınmaz mülkiyet ilişkilerinin kamu yararına yeniden tanımlanması, gerekiyorsa dönüştürülmesi, merkezi otoritenin denetleyici sorumluluğuna bırakılmalıdır. Ancak, yukarıda değindiğimiz ve Lefebvre’in de üstünde durduğu gibi, Sovyetler Birliği benzeri yapılanmalarda görülen yanılsamaların nasıl giderileceğinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Sanırız burada çözümleyici süreç, gündelik hayatın dinamiklerini planlama ve tasarım sürecine alan; dolayısıyla, kentsoylu sermayedarın kitlesel tüketime yönelik tasarılarını, gündelik hayatın içine ergimiş sosyal aktörlerin (sıradan insan) gereksinimleri, talepleri ve özlemleri doğrultusunda kırmaya çalışan bir yapılanmayla olası. Burada sözü edilen şey, sıradan insanın bireysel çıkış ve kitlesel örgütlenmeyle elde ettiği söylemsel gücün dikkate alınması ve kamu yararına bu “sözün” planlama ve tasarım sürecine “dahil” edilmesidir. Tüm bunlara karşın, bu “sözün” karşılığının salt “katılımcılığa” denk düştüğünü savlamak, sanırız, Lefebvre’in öngörülerini hafife almak olacaktır. Çünkü salt katılımcılığın kendisi değil, bu sürecin siyasi oluşumu devrimci bir mekansal praksisin elde edinimini olası ve meşru kılacaktır. Kısacası, mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanan sorunların, kapitalizmin araçlarıyla çözüme ulaştırılabilmesi boş bir hayalden öte değildir ve yakın gelecekte, yukarıda betimlediğimiz yoksul-varsıl ayrışmasının keskinleşmesi kaçınılmazdır.
1 Lefebvre, H. (1991) The Production of Space, Blackwelll Publishing, London-New York.
2 Gottdiener, M. (2001) “Mekan Kuramı Üzerine Tartışma: Kentsel Praksise Doğru”. Praksis: Kent ve Kapitalizm, (Çev) Ç. Keskinok, ODTÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Ankara, s. 263.
3 Ankara’da yürürlüğe giren, Esenboğa Protokol Yolu Kentsel Dönüşüm Projesi dahil, sayısız projenin yerel yönetimce uygulama aşamasına geldiği bir dönemde, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin, Mamak Hatip Çayı Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi için verdiği yürütmeyi durdurma kararı, bizi doğrulayacak nitelikte. Emsal teşkil edebilecek bu kararın, diğer projelere de sıçraması an meselesi.
Yazan: Güven Arif Sargın Tarih: 23 Eylül 2005